28 Mayıs 2017 Pazar


2017 TAHTALI ULTRA SKY 90K


'' I run. Far. 100-miles at a time. I go to a dark place and I control the pain.'' - Rob Krar


Her şey tam bir yıl önce Runatolia da koşarken gözümü alamadığım dağları görmemle başladı. O zamanlar Tahtalı Run to Sky formatında olan yarış, mutlaka katılmayı planladığım bir saplantı haline gelmişti. Yarış bu yıl çeşitlenmişti:
Tahtalı Vertical 6K,1200mt
Tahtalı Run To Sky 27K, 2650+mt
Tahtalı Berg Sky Race 60K, 3750+mt
Tahtalı Ultra Sky 90K, 5000+mt
Tahtalı Chimera Run 10K
Format değişince, mesafe uzayınca, kayıt olurken yine bilinmeyene yolculuk yapmayı seçtim. Tahtalı Ultra Sky a kaydoldum. 90K etap ve 5000+mt tırmanış...
Strava dan yarış rotası 
Eğim grafiği -tahtaliruntosky.com

19 Mayıs günü Kemer Çıralı ya ulaştım ve yarış merkezi olan Nerissa Otel e girip odama yerleştim. Bol bulutlu ve yağmurlu bir gün geçiriyor ertesi günü endişe ile düşünüyordum. Tahtalı (Olimpos) Dağı na yağmur altında tırmanma ihtimali vardı ve epey yıpratıcı olacak gibi duruyordu. Dropbag imi zirveye bırakmaları için vermeden önce yedek ayakkabı ve giysi ile doldurdum. Eğim grafiğini incelediğimde zirveye ulaştıktan sonrasının rahat geçeceği düşüncesine varmıştım. özellikle son kısımlar epey düz duruyordu. Fakat bunun ne kadar yanıltıcı olduğunu eğim grafiğine biraz zoom yaparak bakarak incelemenizi tavsiye ediyorum. Beslenme planı yanıma aldığım protein barlar, birkaç fıstıklı bar, biraz kuruyemiş ve kontrol noktaları olacaktı. Odama çekilip dinlenirken bir yandan yağmur bir yandan gök gürültüsü seslerine aldırış etmemeye çalıştım.
Yarış 20 Mayıs sabah 5.30 da başladı. Ultra Sky koşucuları ile Berg Sky Race koşucuları olarak aynı anda start aldık. Kaz Dağları Ultra dan tanıştığım Adem ve Selim ile birlikte yola çıktık. Her zaman oldugu gibi tempolu bir başlangıç ile Yanartaş Merdivenleri başlayana kadar gittik. Merdivenlerin başlaması ile koşma eylemi batonlarla tırmanış haline dönüştü. Bu merdivenler Antik Likya kenti zamanlarından kalma olup devamında yanartaş denilen, sönmeden yanıp duran yerden ateşlerin çıktığı bir bölgeye bağlanıyordu. Tırmanış epey dikleşen kısımlara sahipti, Yanartaş kısmına geldiğimde epey ilginç olan sönmeyen o ateşin yanından geçiverdim. Efsaneye göre Likya Kralı Bellophontes, Kimera isimli aslan, keçi, yılan karışımı, ağzından alevler çıkan canavarı mızrağıyla yerin yedi kat altına gömmüştür, bu sönmeyen ateşin kaynağı buymuş.

Arkada tırmanan ben, goshots.net
Yer yer kayalıklar yer yer irili ufaklı taşlardan devam eden tırmanış bir miktar inişle birlikte orman içine de ilerledi. Ulupınar kontrol noktasına ulaştığımda suları tazeleyip ağzıma bir şeyler atıştırıp yola devam ettim. Bu kısımda başta Selim ile ilerledik, daha sonra o arayı açtı. Adem yetişti ve onunla birlikte ilerlemeye devam ettik. Stabil yollardan yavaş yavaş patikalara doğru girdik. Başta koşulabilir alanlar yerini tek kişilik patikalara bıraktı. Bu kısımlarda kendimi iyi hissediyordum. Esas yıpratıcı bölüm Beycik kontrol noktası sonrası olacaktı. Beycik noktasına vardığımda biraz beslendim, kola su karışımı, biraz tatlı, biraz tuzlu diyerek suları tazeledim ve yola çıktım. Adem orada kaldı, bana yetişeceğini düşünerek yola çıktım fakat yarış sonuna kadar bir daha göremeyecektim. Şimdi sıra bitmeyen tırmanışta ve batonlardaydı. Kafamı önüme eğdim ve sabırla ilerlemeye başladım.

goshots.net



Normalde yarışlarda müzik dinleyen ben bu kısma kadar müziksiz ilerlemiştim. Bu kez kafamda bir süre kendimle ve çevreyle baş başa kalma planı vardı. Yalnızca batonların çıkardığı sesler ve etrafla ilgilenerek tırmandım. Önce yol vardı, sonra yollar yerini belirgin bir patikaya, patika yerini zorla seçilen bozuk taşlarla kaplı patikalara bıraktı. Eğim nefes kesecek düzeyde artmaya başladı. Ormanın içinde kayalar, ağaçlar ve onların gölgesi içinde ilerliyordum. Zihinsel olarak da karanlık bir noktadaydım. Eğim kimi zaman öylesine nefes kesici oluyordu ki bacaklar isyan etme seviyesine geliyordu. Hava bulutluydu, ormanda karamsar bir hava vardı. Tüm bunlara, acıya yorgunluğa rağmen parkur zorlaştıkça garip biçimde hoşuma gidiyordu. Dik bir tırmanış belirdiğinde kendime 'hadi bakalım şimdi ne yapacaksın, yeterince güçlü müsün?' diye takılıyordum. Görülmeye değer bir doğa harikasında yarışıyordum. Ormandan çıktığımda zirveye ulaştıracak
külah gözüktü. Zirve neredeydi? Bulutları hemen üzerine çıkınca...



Zirveye giden zorlu tırmanış
Karşımda beni bulutların üzerine taşıyacak epey yıpratıcı tırmanış çıkmıştı. Aklıma Uludağ da yaptığım koşular belirdi hemen. Kural ana odaklanmaktı, zirve görünse bile ulaşmak o kadar kolay olmayacaktı. Eğim belirgin biçimde artmış kırıcı hale gelmişti. Tırmanmaya başlamamla birlikte havanın soğuduğunu hissettim. Yukarı da daha da soğuk olacaktı, durmamaya çalışarak epey nefes kesici patikada ilerledim. Bulutun içine girdiğim noktada görüş alanım iyice azaldı. Zirveyi seçmeye başladığımda biraz rahatladım, yine de tırmanış sürüyordu. Teleferik istasyonu binası, aynı zamanda zirveydi. Normal teleferikle gelen insanların bakışları altında istasyona ulaştım. Zirveye 5 saat civarı bir zamanda ulaşmıştım. Yağmur yağmasa da ayakkabılarımı değiştirdim. Biraz çorba, biraz makarna ile yeniden doğmuşa döndüm. Hava epey soğuktu, ıslak tshirt ü de değiştirip yağmurluğu çıkarıp giydim. Uzun bir inişe hazırdım.

Solda üşümekte olan ben- goshots.net
İnişe başladığımda ciddi anlamda soğuğu hissettim. Hemen ısınmam gerekiyordu. Koşarak inmek konusunda uzman olmasam da kendimi aşağı bıraktım, hareket ettikçe ısınmaya başladım. Bir noktada biraz dolu yağdı ve hissettiğim soğuğu ispatlamış oldu. Yolda insanların çıkış patikasından iniyorduk, karşılaştıklarım ne kadar daha kaldığını soruyordu, tırmanış onlar için can sıkıcı hal almış olmalı diye düşündüm. Başladığım patika başına geldiğimde görevlilerin yönlendirmesi ile yola devam ettim. Yarışın daha uzun kısmı yeni başlıyordu. Bir miktar düz yolda ilerlemek iyi geldi. Stabil yollara gelmiştim. Koşulabilir oldukları için tempoyla ilerlemeye başladım. Bir süre sonra da inişler başladı. Müzik çalarımı çıkardım ve biraz müzik eşliğinde inmeye başladım. Bu kısımda kendimi çok iyi hissediyordum. Aralıksız koşuyordum. Arada işaretleri kontrol ederek epeyce indim. Her şey iyi gidiyor derken yağmur yağmaya başladı. Önce hafif başladı. Sonra şiddeti epeyce arttı. Bununla kalmadı, şimşekler çakmaya başladı. Yağmurluğumu test zamanı gelmişti. Yağmur o kadar şiddetliydi ki ayakkabılarım sanki suyun içindeymiş gibi ıslanıyordu. Bir süre sonra sel suları da işin içine eklendi. Adeta fırtınanın ortasındaydım. Beni korkutan düşen şimşeklerdi. Ya biri yanı başıma düşerse?  Yağmurun ve soğuğun etkisi ile ister istemez yavaşladım. Tüm bunlar yetmezmiş gibi dolu yağmaya başladı. Öyle ki ellerim dolu ile dövüldü, kıpkırmızı oldular. Şapkamın vizörü gözlerimi korudu. Doğa adeta beni dövüyordu. Bir taraftan da sel sularına baktım. Acaba yarış iptal mi edilecek düşüncesi kafamda belirdi. Bu düşünceler içinde Yaylakuzdere ye ulaştım. Hayır yarış devam edecekti. Epey ıslanmış ve üşümüştüm. Bu noktada çorba olmaması kötüydü. Olan şeylerden atıştırdım, su kola karışımı ve su tazeleyip yola devam ettim. Soğuktu. Özellikle ellerim çok üşüyordu. Keşke eldivenlerimi de yanıma alsaydım diye düşündüm. Doğa bir ultra dersi veriyordu adeta. Ellerimi yağmurluğun kollarına biraz daha gömerek devam ettim. Bir süre sonra yağmur hafifledi fakat dinmedi. Yaylakuzdere sonrasını kafamda kolay olarak düşünmüştüm, ancak kontrol noktasında uyarılar almıştım. Bir süre sonra bunların ne kadar haklı olduğunu görecektim. Stabil yollardan sonra epey dik tırmanışlar yerini patikalara bıraktı. İnşa halinde bir kır evini geçtikten sonra parkur epey kırıcı ve teknik hale geldi. Uçurumlarda işaret takip edip kayalıklarda gezinmeye başladım. Çok teknik kısımlardı ve belirgin bir patika yoktu. Yine zorluklar çıktıkça beliren cinsten bir keyif belirdi içimde. Dikkatle yol almaya devam ettim.

Kayalıklardan ve uçurumlardan geçişler..


Sonunda bir patika...
Epey kırıcı bir bölüm olmuş ve tırmanış küçük de olsa teknikliği ile zorlaşmıştı. Peki bunun inişi? Ormanın içine tekrar girmemle birlikte bunun da hiç kolay olmayacağını anladım. Yerler çok kaygandı. Ayakkabıların dişlerine rağmen kayganlığı hissediyordum. Üstelik koşmak da oldukça güçtü. 2 kez ne olduğunu anlayamadan kaydım ve yere düştüm. Üzerim biraz çamurlanmıştı. Güneş yüzünü ilk kez bu esnada gösterdi. Orman içinde ilerlerken artık kuruyacağım düşüncesi biraz umut kattı. Zemin hala zorluydu. Çamur yoksa irili ufaklı kayalar sizi test ediyordu. Kimi zaman koşmaya başlıyordum fakat sık sık bir şekilde kesintiye uğruyordu. Alt teleferik istasyonunu gördüğümde bir yamacın karşı noktasındaydı. Orman içinden oraya doğru gidecektim. Patika kısmen stabilleştiğinden koşarak aynı zamanda 60K için bitiş olan noktaya ulaştım. Bu istasyonda pizza vardı! Hemen bir dilim kapıp çorbayla birlikte mideye indirdim. Su tazelemesi yapıp asfalt yoldan aşağı doğru bıraktım kendimi. Bir süre sonra görevlinin yönlendirmesi ile tekrar patikaya daldım. Güneş iyice ısıtmaya başlamıştı. Üzerimde hala yağmurluk vardı ama çıkarmamıştım. Bu kısımlarda epey hızlı inmeye çalışarak bir an önce tabana inmeye çalışıyordum. Yine kayalar, taşlar ile zorlayıcı patikalardan oluşan bir inişti. Genellikle orman içinde ilerliyordu. Ara ara saatimden yükseltiyi kontrol ediyor ne kadar yukarıdayım, daha ne kadar ineceğim diye kestirmeye çalışıyordum. Bir noktada artık denizi ve kıyıyı gördüm.

Artık güneş var ve denizi görebiliyordum.
İnişler bittiğinde bir köyün içine çıktım. İşaretleri takip ederek köyden çıkıp ışıklara geldim. Yoldan karşıya geçtim ve yola devam ettim. Tekirova nın içinde olduğumu tahmin ederek işaretleri takip etmeye devam ettim. Tekirova kontrol noktası oldukça küçüktü, suları tazeleyip yoluma devam ettim hemen. Biraz asfaltta ilerledikten sonra stabil yollara yöneldim. Biraz tırmanıp biraz iniyor kıyı boyunca ilerliyordum. Ara ara deniz seviyesine inip plajların koyların arka yollarından ilerliyor sonra yine tırmanmaya başlıyordum. Hava kararmaya başlamıştı. Aklımda tek soru vardı 'Maden Koyu na ne kadar kalmıştı?'. İnişler ve çıkışlar bitmek bilmiyordu. Zikzak çizerek ilerlediğimi, koyları, dağları aşarak ilerlediğimi tahmin ediyordum. Acaba Maden Koyu hangi tepenin ardından çıkacaktı. Kafa feneri ihtiyacım olmaz diye düşünsem de hava beklediğimden hızlı karardı. İnişin bittiği bir noktada ağaçların altında ilerlerken iyice karanlık olmaya başladı. Bir noktada kafa feneri zamanı geldi diyerek taktım ve biraz ilerledikten sonra Maden Koyu istasyonundaydım. Son 6 km civarıydı. Yaklaşık 2.5 km patika ve sonrası düz yol olduğu bilgisini aldım. İstasyondan çıkıp biraz deniz kenarında ilerledikten sonra kafa feneri ışığıyla gerçekle yüz yüze geldim. Bildiğimiz tek kişilik dik zorlu patikalar son kısımda beni bekliyordu. Gecenin sessizliği, ay ışığının denize vurduğu hoş görüntüler eşliğinde patikaya daldım. Fosforlu işaretleri takip ederek ilerledim. Karanlıkta kafam ışığa odaklanmıştı. Yine bir çıkıyor bir iniyordum. Bir tepeden sonra Çıralı ışıkları görünecek ve her şey sona erecek diye düşünüyordum. Fakat patika bitmek bilmiyordu. Son kısımda böyle bir kısım beni biraz söylendirse de yarışın zorluk seviyesine bir puan daha ekletmişti bence. Ya da ben artık sabırsızlanmaya huysuzlanmaya başlamıştım. Fosforlu işaretleri takip ederek son bir tepeyi daha aştım ve karşımda geceyi aydınlatan Çıralı ışıklarını gördüm. Aşağı olabildiğince hızlı indim. Asfalt yola bağlandım ve işareti izledim. Bir noktadan sonra işaret görmemeye başladım. Acaba kayboldum mu? diye düşünürken yürüyen insanlara sordum, doğru yolda olduğumu söylediler. Yine de paranoyaya kapılmıştım. Telefonla yarış görevlilerini arayıp sordum. Doğru yolda olduğumu tekrarladılar. Koşturmaya başladım. Artık son km içine girdiğimde kimi insanlar tuhaf bakıp anlam veremiyor, kimileri ise yarıştan haberdar olduklarından olsa gerek alkışlıyorlardı. Bir noktadan sonra finish yazısını gördüm iyice hızlandım. Alkışlar eşliğinde bitirdim. 16 saat 31 dakika sonra başladığım yerdeydim!




Bitirdiğim anda kendimde hala enerji olduğunu hissediyordum. 0 dan 2360 mt ye çıkmış, yağmura doluya fırtınaya meydan okumuş, toplamda 90K koşmuştum. Fiziksel ve mental sınırlarımın ötesine geçmiştim. Üstelik tüm zorlu bölümlerine rağmen keyif aldığım bir parkurdu. Kendimce yıl içinde katıldığım en iyi yarış oldu diyebilirim. Yarış sonrasında ayak bileklerimde hafif bir ağrı, ıslanıp bir türlü kurumayan şortumun yapığı tahrişler dışında fiziksel bir problemim yoktu. Hava şartları bir kez daha taşımakta olduğum her malzemenin gereğinde ne kadar işe yaradığını öğretti bana. Yarış organizatörleri bu malzemeleri daha da vurgulamalı diye düşünüyorum.
Beslenme konusunda bazı kontrol noktaları yeterli olsa da, kimi noktalarda eksikler vardı. Makarna ve pizza gerçekten büyük bir artı oldu benim için. Masalarda çeşitlilik bir miktar daha arttırılabilir. İşaretleme konusunda hiçbir problem yaşamadım. Son kısım şehir içi biraz paranoyaya soktuğundan bir miktar buraya işaret eklenebilirdi.
Kendimce ülkemizin bana göre en zor yarışı oldu. Organizasyonda sonsuz emeği geçen Polat Dede ve ekibine bir kez daha teşekkürler. Böyle bir coğrafyada böyle bir parkur bence çok kıymetli bir olay. Yarışın çok daha büyüyüp tanınacağı kanaatindeyim.  Tekrar yer alıp o atmosferi tekrar soluyabilmek dileğiyle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder